DOĞANIN KUSURSUZ NETWORK’Ü

Teknoloji, karmaşık denklemlerin ardında son derece basit fikirlerin gerçeğe dönüşmesiyle ilerler. Bu basit fikirler için çok zengin bir kaynağa sahibiz; doğaya… Biyomimikri olarak adlandırılan, yalın ifadeyle ise doğanın kendi teknolojisini hayata uyarlayan bu yaklaşım, binlerce yıldır insanlığa yepyeni kapılar açıyor. Uçaklardan binalara, roketlerden deniz araçlarına kadar birçok güncel teknoloji, ilhamını doğadan alıyor. Modern iletişim ve interneti de bu kapsamda değerlendirmek yanlış olmaz. Çünkü doğa keşfettiklerimiz kadar henüz keşfedemediklerimizi de barındırıyor.

BAKIŞ AÇISI GERÇEĞİ DEĞİŞTİREBİLİR

Çok yakın zamanda dünyadan 117 ışık yılı uzakta, kendi yıldızının Goldilocks kuşağında yani yaşanabilir bölgesinde yeni bir gezegen keşfi yapıldı. Aslında bu zamana kadar da onlarcası kayıt altına alınmıştı. Yapılan tahminlere göre yalnızca kendi galaksimizde 300 milyon kadar yaşanabilir gezegen var. Birçoğunun dünyaya olan uzaklığı binlerce ışık yılıyla ifade edilirken 117 ışık yılı uzakta olan bir gezegenin keşfi çok heyecan verici. İşi matematiğe döktüğümüzde heyecanımız biraz kursakta kalıyor zira mevcut teknolojimizle söz konusu gezegene ulaşmak, bir milyon yıldan biraz fazla sürüyor. Işık hızına ulaşabilsek sorunu çözeceğiz. Burada da karşımıza fizik kanunları çıkıyor. Ama işin sihri de tam olarak söz konusu imkânsızlıklar ve yanıt bekleyen sorularda yatıyor. Bizden önceki nesillerin sahip olmadığı birçok şeye sahibiz çünkü onların yanıtlarını bilmediği birçok sorunun yanıtını biliyoruz. Sorular ve sorulara yanıt bulmak için sarf edilen gayret, felsefi olarak bilimin, teknolojinin tam odağında yer alıyor. Dünün gerçekleri bugün geçerliliklerini yitirdi. Bugün algıladığımız gerçek de büyük ihtimalle yarının ‘yanıtı bulunmuş’ soruları olacak. Tam olarak bir bayrak yarışı gibi. Bilgi aktarıldıkça, paylaşıldıkça, yeni çözümler yeni sorular yarattıkça uygarlığımız da gelişiyor. Biraz önce fizik kanunlarından bahsettik; biliyoruz ki onlar bile farklı boyutlarda farklı işliyor.

YERALTINDAKİ VERİ AKIŞI

Çeşitli kültürlerde ormanın kutsallığı, ruhu veya sesiyle ilgili mitler vardır. Bunların neredeyse tamamında ağaçlar birbirleriyle sıkı bir etkileşim halindedir. Birlikte hareket edebilme davranışı sergileyebilirler. Peki gerçekte öyle mi? Öyle olabileceğine dair tahminler vardı ama bilimsel olarak ortada bir kanıt yoktu. Şimdi ise son yıllarda yapılan çalışmalarla biliyoruz ki, bir ormandaki ağaçlar kendi aralarında – bizim için alışılmışın dışında olsa da – iletişim kurabiliyorlar. Zaten bir önceki bölümde özellikle bu fikrin üzerinde durduk. Güncel bilgilerimiz ve türümüze özgü algılarımız farklı seviyelerde ve yaşam biçimlerinde gerçekliğini yitirebiliyor. Orada gerçek başka işliyor. Bu işleyiş ormanlar için de geçerli. Ağaçların interneti veya doğanın kusursuz network’ü milyonlarca yıldır kendine özgü bir biyoteknoloji ile işliyor. Üstelik burada türler arası dayanışmaya da şahitlik ediyoruz. Muazzam bir bilgi ve gelecekte farklı yöntemler için insanlığa katkı sunabilecek bir ilham kaynağı…

Peki nasıl oluyor da ağaçlar hatta birçok bitki türü kendi aralarında koyu sohbetlere dalıp, yeri geldiğinde birbirlerine arka çıkabiliyor ya da savaşabiliyorlar? Bugün haklı olarak övündüğümüz ağımız ya da küresel network’ümüz ile benzer şekilde… İşin içinde kablosuz ağlar var mı, henüz bilmiyoruz ama milyonlarca yıldır kendini yenileyen başarılı bir kablolu haberleşmeden söz edebiliriz. Ayrıca bu doğal network’te de ethernet anahtarlayıcılar, yönlendiriciler, kodlar, protokoller ve bizim sistemimize benzer bileşenler hatta siber korsanlar bile mevcut.

DOĞANIN DONANIM BİRİMLERİ

Doğanın network’ünü anlamak için ona kulak vermek ya da önce nasıl kulak verebileceğimizi çözmek gerekir. Birçok canlı türünün farklı iletişim yöntemleri kullandığını, özellikle yunusların ve balinaların bu anlamda epey becerikli olduğunu biliyoruz. İşin bitki ve ağaçlar kısmında nasıl işlediğini ise son yıllarda yaptığı çalışmalarla öne çıkan bir bilim insanı olan Suzanne Simard’dan öğreniyoruz. Simard bu alanda araştırma yapan yegâne bilim insanı değil elbette. Son yıllarda yayınlanmış birçok önemli çalışma mevcut. Hepsi de genel olarak ormanlarda her gün her saniye gerçekleşen simbiyotik ilişkilerin bir network için altyapı oluşturduğuna dikkat çekiyor. Genel ifadeyle ormanı oluşturan ağaçlar, köklerinde ve çevresinde yetişen mantarların kurduğu bir ağ ile komşularıyla -bazı teorilere göre- ormanın uzak köşesindeki diğer ağaçlarla bile haberleşebiliyorlar. Ağaçlar, söz konusu mantar ağı sayesinde diğer ağaçlar ile kaynaklarını paylaşabiliyor, hasta ağaçlara fazladan besin iletebiliyor veya bir tehdide karşı kimyasallar salgılayabiliyorlar. Ağdaki daha yaşlı ‘ana ağaçlar’, bu sistem yoluyla gölgede kalan küçük fidanlara gerekli şekeri sağlayıp hayatta kalma şanslarını artırıyor. Hasta ya da ölmek üzere olan ağaçların bu mantar ağına aktardıkları kaynaklar, daha sağlıklı komşuları tarafından tüketiliyor. Bu arada bazı orkide türleri, bu ağa sızıp mesajları engellerken, kaynakları da çalıyor. İşte siber korsanlarımız onlar. Tıpkı insanlığın bilgiyi paylaşarak uygarlığını beslemesi, aksayan noktalarda birlikte hareket etmesi veya çıkarlar ortak olmadığında bir diğerini saf dışı bırakabilmek için kullandığı gibi…

Çevrebilimci Suzanne Simard’ın bu alanda öne çıkan çalışmasına göre, mantar miselleri ağaçların kendi akrabalarını tanımalarına, o bölgede hâkim tür olmalarına olanak tanıyor. Aradaki simbiyotik ilişkide mantarlar topraktaki değerli kaynakları ağaca aktarıyor, ağaç da fotosentez yaparak elde ettiği şekeri mantarla paylaşıyor. Bu ilişki bütün bir orman örtüsü boyunca ve altında devam ediyor. Mantarların oluşturduğu ağ, farklı mesajları iletmek için ağaçlar tarafından kullanılıyor. Tabii hepsi kimyasal olarak kodlanıyor ve diğer ağaç bu kodu çözebiliyor. Mesaj, kodlama, alıcı, verici, anahtarlama, yönlendirme gibi süreçler bizim ağımıza yakınsar şekilde “doğal network” içinde de gerçekleşiyor. Suzanne Simard’ın araştırmasına paralel olarak İngiltere’de gerçekleştirilen bir çalışmada da söz konusu ağların yalnızca ormanlarla sınırlı kalmayıp çayır bitkileri arasında da gerçekleştiği yönünde gözlemler yapılmış. Henüz kodlamanın veya yönlendirmenin dinamikleri, ağa özel yapısal bileşenler detaylarıyla açıklanabilmiş değil. Hatta bazı böcekler, tozlar, yapraklar gibi kanallarla kimyasal bağın kablosuz iletişimle sağlanabildiğine dair görüşler de var.  Bunlar çok ilginç, alışılagelmiş yaklaşımları dışarıda bırakan ve bizi hem doğaya hem evrene farklı bakmak için motive eden bilgiler. Uzak bir ormandaki ağacın kökünde gerçekleşen kimyasal iletişim, yerküreyi saran devasa ağın en küçük parçası olabilir. Buradaki bilginin sağlayacağı veriler daha önce hiç öngörmediğimiz bir gerçekliğin kapılarını aralayabilir. İster yanı başımızdaki yaşlı çınar, ister birkaç yüz ışık yılı uzaklıktaki bir gezegen. Dâhil olduğumuz ağın büyüklüğünü veya protokollerini bilemesek de önemli adımlar atıyoruz. Yeni adımların bizi yeni keşiflerle buluşturacağını biliyoruz…

GÜNCEL BİLGİLERİMİZ VE TÜRÜMÜZE ÖZGÜ ALGILARIMIZ FARKLI SEVİYELERDE VE YAŞAM BİÇİMLERİNDE GERÇEKLİĞİNİ YİTİREBİLİYOR. O YÜZDEN KABULLENİŞLERİN ÖTESİNDE, ÖZGÜN VE CESUR BAKABİLMEYİ BAŞARMAMIZ ŞART. BİLİM VE TEKNOLOJİ, BU YETENEKLERİN IŞIĞINDA GELİŞİMİNİ SÜRDÜREBİLİR. DOĞANIN SUNDUĞU İLHAM DÜN OLDUĞU GİBİ YARIN DA YEPYENİ BAŞLANGIÇLARA KAPI ARALAYACAKTIR.

about author

Fuat Kayapınar

fuat.kayapinar@andasis.com

Andasis Elektronik Genel Mdr. Yrd.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *